AK Parti’nin 22 yılında en büyük kazancımız
Önceki gün bu sütunda çıkan yazıda Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin 22 yıllık uzun iktidar devrinin ülkeye kalıcı olarak hangi “değerleri” kazandırdığını tartışalım demiştim. Bu dönemde ülkeye kazandırılan olumlu manada kalıcı bir değerin ne yazık ki söz konusu olmadığını ileri sürmüştüm.
Buna karşı AK Partinin taraftar kitlesinden iki yönden itiraz geldi. İlki şu: Sağlıkta devrim yapıldı, her yerde birçok hastane açıldı, artık vatandaş doğrudan eczaneye gidip ilacını alıyor… Ayrıca duble yollar yapıldı, ulaşım hızlandı, trafik kazaları azaldı.
Hepsi doğru… Ama bir defa bütün bunlar günlük icraat. Görev ifası. “Kalıcı değer” değil. Nitekim çok fazla övünülen “sağlık modeli” bugün ilk on yıldaki durumundan çok uzakta. Doktorları Almanya’ya kaçırtan bir sağlık modeliyle övünülür mü?
Tek yönlü yolların çift yönlü hale getirilmesi ulaşım alanında önemli bir adım sayılabilir tabii. Ne var ki bu dönemde yolların, köprülerin, havaalanlarının ekonomik ihtiyaçlardan dolayı mı inşa edildiğinin sorgulanması da gerekir. Mesela Çanakkale’ye yapılan köprü, mesela İstanbul’un yeni havaalanı ihtiyaca binaen mi yapıldı?
Bütün o yollar, köprüler niçin yapıldı? Orta ve uzun vadeli kalkınma ve sanayileşme planları uyarınca mı yapıldı?
Belirli bölgelerde üretilen endüstriyel veya tarımsal mamulleri limanlara ulaştırmak için mi?
Yurt içinden veya yurtdışından gelen hammaddeleri endüstri alanlarına sevk edebilmek için mi?
Turizm bölgelerine ulaşımı kolaylaştırmak için mi?
Yoksa “inşaat sektörünü canlı tutmak” bahanesi altında bir yerlerdeki bazı servetlerin birikmesine omuz vermek için mi? Ne de olsa bizim memlekette “Yol yaptık, köprü yaptık” denildiğinde akan sular durur. “Çalışıyorlar, hizmet veriyorlar” algısı böyle oluşur. Yani bir taşla iki kuş vurulur. Parti oy kazanır, birileri de para.
İnşaat sektörüne ayrılan milli kaynaklar başka alanlara, başka sektörlere harcansaydı bir taşla söz konusu iki kuşu vurmak daha zor olurdu.
***
Muhalefet partileri “Bunlar yatırıma karşı çıkıyor” denilmesinden korktuklarından bu konular hiçbir zaman tartışılamadı ama şehir hastanelerinin devasa binalarının büyük bölümünün boş olması, otuz bin nüfuslu şehirlerde yirmi bin kişilik stadyumlar inşa edilmesi, birçok havaalanının senede birkaç kere uçak görmesi gibi “küçük ayrıntılar” ortada duruyor hâlâ.
Yönetimdeki şeffaflık eksikliği yüzünden harcanan paranın miktarını tam olarak bilmesek de -gerçekten ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın- müşteri garantisi verilerek yap işlet devret yöntemiyle kotarılan bu “yatırım”ların kalıcı değer olarak zikredilmesi ironik bir olay.
Zaten kalıcı değer dediğimiz somut olmaktan çok soyut bir zenginliktir. Kalıcı değer -ekonomi özelinde- mesela tüketen bir ülkeyi üreten bir ülkeye çevirmektir. Mesela tarım ülkesini sanayi ülkesi yapmaktır. Mesela katma değer üreten sektörlere cazibe sağlayıp bu alanlara yatırım çekmek ve kendi girişimcini bu alanlarda uluslararası rekabet kulvarına sokmaktır.
Bunlar yapıldı mı? Hayır. Ne yapıldı? 22 yılın sonunda zengin daha zengin fakir daha fakir oldu. Orta sınıf tamamen ortadan kalktı. TÜİK verilerine göre Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 5o. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6.
Servet dağılımında durum çok daha vahim: Yüzde 5’lik bir kesim, ülkedeki toplam servetin yüzde 60’ına sahip.
Şairin “Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” dediği vaziyet.
AK Parti’de genel başkanın “eşitler arasında birinci” olduğu ilk yıllarda uygulanan politikalar halka bir nebze nefes aldırmıştı ama sonra adım adım kolektif yönetimden “reis yönetimi”ne geçilmesi neticesinde zenginin daha fazla zenginleştiği, fakirin ise daha fazla fakirleştiği bir süreç yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
***
Gelelim siyasi başarılara… AK Parti taraftarları iktidarlarının ilk on yılında vesayetle mücadelede gösterilen başarının görmezden gelinemeyeceğini söylüyorlar. Diğer yandan, arzu edilen icraatın ve reformların hayata geçirilememiş olmasının da vesayet güçlerinin çıkardığı engellerin neticesi olduğunu öne sürüyorlar.
Buradaki doğru şu: Evet, AK Parti iktidarları ilk on yılında vesayet kurumlarının baskısı ve engellemeleri altında iş yapmaya çalıştı. İlk on yılın sonunda da vesayet rejimini ortadan kaldırdı. Bunlar doğru ama iki “küçük detay” da var bunlarla ilgili: ilki eski vesayet düzenini kaldırıp yeni bir vesayet düzeni kurması. Vesayet yetkisinin önce Fetullahçılara teslim edilmesi, sonra da doğrudan ele alınması.
Diğer küçük detay bugünkü vaziyet. Vesayeti yıkıp nereye geldik? El cevap: Kurumların tamamen etkisizleştirildiği, devlet hafızasının silindiği, denge ve denetlemenin ortadan kaldırıldığı, yargı bağımsızlığının hayal olduğu, hukukun üstünlüğü kavramının tarihe karıştığı, güçler ayrılığının tam manasıyla lafta kaldığı, meclisin bile adı var kendi yok bir yapıya dönüştürüldüğü Türk tipi otokrasiye…
Şimdi siz söyleyin: Eski vesayet düzeninin sona ermesi iyi mi oldu, kötü mü?
Üstüne üstük AK Parti bugün övündüğü bütün icraatını o vesayet düzeni altında gerçekleştirdi.
Bugün ise kendi kurduğu yönetim modeliyle ekonominin, eğitimin, tarımın, dış politikanın nasıl yönetildiği ve daha önemlisi hangi sonuçların meydana çıktığı ortada!
Öyleyse iktidar partisine vesayet düzenini ortadan kaldırdı diye müteşekkir mi olmalıyız?
Yoksa vesayet devrinde başarılı işler yapılabilirken vesayet ortadan kalkınca ekonominin batırılmasının, eğitimin çürütülmesinin, tarımın yok edilmesinin, dış politikada batağa saplanılmasının vs. vs. sebebini mi sormalıyız?
***
AK Parti iktidarlarının ilk on yılında devlet gemisinin iyi kötü yüzdürüldüğü, hatta yıllardır çözüm bekleyen bazı sorunlara neşter vurulduğu bir gerçek. O dönemde gerçekleşen reform niteliğinde bazı uygulamaları şimdi eğitimde devrim yaptık, sağlıkta devrim yaptık, paradan altı sıfırı attık, uçak biletini ucuzlattık vs. diye anlatmalarına -o zamanlar o işleri yapanlar şimdi ortalarda olmadığı halde- itiraz edemeyiz. Ancak sayılan alanlarda son on yılda nereden nereye gelindiğini de görmezden gelemeyiz.
Bu dönemin kötü karnesini savunmak için baş vurulan dış güçler, iç güçler edebiyatı da insanı aptal yerine koymaktan başka bir şey değil. Bugünkü iktidar geçmişteki hükümetlerden hiçbirinin sahip olmadığı güce ve yetkiye sahip. 10 yıllık DP veya 8 yıllık ANAP iktidarlarından daha uzun süre iş başında kalmış olması değil tek avantajı. Menderes’in de Özal’ın da asla sahip olamadıkları bir siyasi güç var elinde Erdoğan’ın.
Hatta vaktiyle Atatürk’ün bile hakim olamadığı kadar devlete hakim. Orduya hakim, emniyete ve istihbarata hakim, iş dünyasına hakim, medyaya hakim.
Bu şartlar altında hiçbir eksiğinin, hiçbir yanlışının, hiçbir yetersizliğinin mazereti olamaz. Gelgelelim olup bitenler karşısında en fazla mazeret üreten iktidar bu. Özellikle ikinci on yılında ve “Türk tipi” Başkanlık sistemine geçtikten sonra.
Buradaki başarı ise akla mantığa aykırı bahaneler üretebilmesi değil. Kitlesini bunlara inandırabilmesi.
Belki de 22 yıllık AK Parti iktidarlarının en büyük başarısı bu. Ülkedeki çok geniş bir kitleyi “İç güçler, dış güçler, küresel sistem, masonlar, İlluminaticiler…” edebiyatının çerçevelediği komplo teorilerinin penceresinden dünyaya bakar hale getirmek…
Ya da kendi ifadeleriyle “Buradan Ay’a dört şeritli yol yapacağız” denilse inanacak bir kitle yaratmak, her yaştan!
Bu da az iş değil tabii...